11 Ekim 2018 Perşembe

Güncel Ekonomik Durum Özeti-4

GÜNCEL EKONOMİK DURUM ÖZETİ-4
FRENİ PATLAYAN KAMYON
Hükümetin üzerindeki denetim mekanizmasının zayıflamasıyla doğru orantılı olarak Erdoğan, giderek daha büyük hatalar yapmaya başladı. Erdoğan, kendi önündeki engelleri kaldırdığını zannederken aslında emperyalizmin önündeki engelleri kaldırıyordu. Bu süreçte daha iktidarının ilk yıllarında Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’nin eş başkanı olarak yanlış dış politikalar izlemeye başladı. 2003 yılında önce Irak’ın ABD tarafından işgaline ve sonrasında filen parçalanmasına yardımcı oldu. Bu kapsamda, ABD askerlerinin en kısa sürede, en az kayıpla ülkelerine dönmesi için dua etti(13). Irak’ı komşu olarak kaybettiğini fark edince bu sefer ekonomik kayıpları azaltmak için Musul-Kerkük petrollerinden faydalanma umuduyla Barzani’ye sarıldı. Barzani, referandum ile bağımsızlığını ilan etti. Irak ve İran ile işbirliği sayesinde şimdilik zor bela bağımsız Barzanistan’ın önü kesilebildi.
Benzer bir hatayı Libya’da yaptı. Kıbrıs Barış Harekatı’nda en büyük destekçimiz olan Kaddafi’ye ihanet ederek Libya’nın parçalanma operasyonu NATO’nun İzmir’deki karargahından idare edilmesine izin verdi. Libya ile olan tarihi bağlarımızı kopardı.
Hata serisine Suriye ile devam etti. “Şam’a giderek Emevi Camisi’nde namaz kılma”(14) hevesiyle Suriye’nin parçalanmasına her türlü desteği sağladı. Ortadoğu’ya açılan, elde kalan tek kapımız Suriye sınırının PKK kantonlarıyla kapatılması ve aynı zamanda 2. İsrail koridorunun Akdeniz’e ulaşma tehlikesiyle yüzleşince El-Bab ve Afrin’e operasyon yapmak zorunda kaldı. 4 milyona yakın mülteciyi ülkemize kabul edip, 30 milyar dolar para harcadık. Bütün bu hatalar zinciri, ciddi maddi ve jeopolitik kayıplar yaratarak Türk ekonomisinin sırtına yük olarak bindi.
Erdoğan iç politikada da büyük bir hata yaparak “dış güçler”in talebi doğrultusunda PKK ile açılım sürecini başlattı. 2012-2015 yılları arasında 3 yıl devam eden bu dönemde asker ve polisin eli-kolu bağlanarak, PKK’nın şehirlerde kadrolaşmasına ve mahallelere silah ve mühimmat yığmasına göz yumuldu. Zamanın geldiğini düşünen PKK, Türkiye’den toprak kopartmak maksadıyla Suriye’nin kuzeyinde yaptığı kantonlaşma sürecinin bir benzerini hayata geçirmek amacıyla Çukur-Hendek savaşlarını başlattı. Güvenlik güçlerinin büyük çabasıyla 1 yıl süren bu ayaklanma güçlükle bastırıldı. 1984’den 2015’e kadar 30 sene devam eden PKK teröründe toplam 8 bin civarında şehit vermişken, bu ayaklanmayı bastırırken binin üzerinde şehit verdik. Bu arada PKK’nın kandırdığı binlerce genç heba oldu.
Erdoğan, iç ve dış politikada kandırıldığını anlayıp politika değişikliğiyle destek bulma umuduyla yüzünü Avrasya’ya döndüğünde bu sefer önce 17-25 Aralık 2013 Gladyo’nun “Yargı Darbesi” ve arkasından 15 Temmuz 2016’da yine Gladyo’nun askeri darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. “Ne istediniz de vermedik” dediği FETÖ, onu sırtından bıçaklamıştı. Türkiye iç savaşın eşiğinden döndü. Vatandaş devleti sokaktan topladı. Kendi hatalarıyla hazırlanmasına yol açtığı darbe girişimini savuşturan Erdoğan, bu sefer yine kahraman oldu. Böylece önceden yaptığı bütün hatalar unutuluverdi.
İKTİDAR PARA SICAK PARA AKIŞINA BAĞIMLI HALE GELDİ
Ama Erdoğan asıl büyük hatayı ekonomi yönetiminde yapmıştı. Ülkedeki denetim mekanizmalarından yavaş yavaş kurtulurken, emperyalizmin çözüm olarak önüne koyduğu ekonomik politikaları giderek artan ölçüde uygulamaya koydu. AKP hükümetleri o kadar ultra-neo-liberal politikalar izlemeye başlamıştı ki buna “dış güçler” bile şaşırdı. Özelleştirme adı altında kamunun elindeki üretim araçları kendi sermayesini yaratma adına önce yandaşlara peşkeş çekildi sonra yabancıların eline teslim edildi. Dönemin maliye bakanı Kemal Unakıtan kendi çapında espiri yaptığını zannederek, tasfiyeyi sürecini "babalar gibi satarız", "parayı veren düdüğü çalar" gibi laflarla halka pazarlıyordu.
Böylece ekonomi, üretimden kopmaya başladı. Üretim-yatırım-tasarruf politikalarının yerini tüketim politikaları aldı. Tarım ve sanayi gibi üretken sektörler geriletilip, ülke kaynakları rant dağıtımı merkezli inşaat ve müteahhitlik işleri ile katma değeri düşük hizmetler sektörüne yönlendirildi. Ülke rantiye bataklığına sürüklendi. 2008 yılından sonra merkezi kapitalist ülkelerdeki parasal genişleme politikalarının yarattığı düşük kur ve düşük faiz olanakları sayesinde bulunan borçlar sanayileşme, teknolojik gelişme ve üretimin artırılması yerine verimsiz inşaat projelerine aktarıldı. Borç parayla saraylar yapılırken para betona gömüldü(15). Üretim yerine tüketime dayalı hale getirilen ülke ekonomisi, dış kaynaklı sıcak para akışına mahkûm hale geldi. Para akışının kesildiği her durumda ekonomik kriz kaçınılmazdı. Bu süreçte Erdoğan’ın iktidarını devam ettirebilmesi dışarıdan bulacağı para miktarına bağımlı hale geldi. Artık ülkede her şey satılıktı.
Atatürk, Osmanlı Devleti’nin başına gelen Batı kaynaklı felaketlerden ders aldığı için Türkiye Cumhuriyeti’nde yabancıya toprak satışını son derecede zorlaştırmıştı. 1924 yılında çıkarılan köy kanunu ile yabancıların (gerçek ve tüzel kişi) köylerde arazi ve emlâk almaları yasaklandı. Erdoğan, 2005 yılında Tapu Kanunu’nda yaptığı değişiklikle yabancılara toprak satış limitini 2.5 hektardan 30 hektara (300 dönüm) çıkarttı. 2004’te yürürlüğe giren 5177 sayılı kanunla da yabancıların maden çıkartmasını serbest bıraktı(16). Artık yabancı gerçek kişilerin yanı sıra yabancı ülkelerde kendi kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip yabancı şirketler de tapu sahibi olabiliyor. Yabancı şirketler, bugüne kadar işletmesini aldıkları Tüpraş, Telekom, bankalar gibi şirketlerin, maden alanlarının, limanların, enerji tesislerinin, derelerin tapularını alabiliyor. Bugüne kadar yabancı şirketler, 29 ya da 49 yıllığına Türkiye’nin yüzölçümünün %17’sine tekabül eden 150 bin kilometrekarelik maden alanı işletme hakkına sahip oldu(17). 2012 yılında Çevre Bakanı’nın verdiği bilgiye göre 2002-2011 yılları arasında yabancılara satılan toprak miktarı 18,4 milyon metrekareyi buldu(18).
Para arayışı içinde Arap sermayesine muhtaç olduk. Araplara tarla, arsa ve ev satabilmek için hükümet yandaşı şirketler ülke ülke dolaşıp pazarlama yapıyor. Dağlarımızı, yaylalarımızı, mahallerimizi, çarşılarımızı Araplar işgal etmeye başladı. Üstelik bir de 300 bin nüfuslu Katar’dan 500 milyon dolar değerinde uçak hediye aldık
Erdoğan’ın tarım politikaları, Türkiye’yi kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olmaktan çıkardı. Artık yurtdışından buğday, pirinç, bakliyat ve et gibi temel gıda ürünlerini ithal etmeden karnımızı doyuramıyoruz. Aslına bakarsanız Ziraat Mühendisleri Odası’nın açıklamasına göre fıstık, fındık, üzüm, kayısı ve narenciye dışında her şeyden belli bir miktar ithal etmek zorundayız. Bu ülke 16 yılda saman bile ithal eder hale geldi. Ülkenin gıda güvenliği tehlikede. Erdoğan, ülkeyi borç para bulamazsa açlık tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı.
Tabi borç para bulmakta kolay değil. Borcu veren karşılığında bir şeyler istiyor. Erdoğan, satacak bir şeyler bulamayınca Varlık Fonu’nu kurdu. Ziraat Bankası, Halkbank, BOTAŞ, TPAO, PTT, Borsa İstanbul Anonim Şirketi, Eti Maden, Çaykur ve THY gibi şirketlerin hazineye ait hisseleri dış borç bulma adına teminat gösterilmek üzere Varlık Fonu’na devredildi. Fonun yönetimine önce profesyonel isimler atandı. Fakat onlarda çeşitli olmazlara direnç göstermeye başlayınca Erdoğan kendisini fonun başkanı, damadı Berat Albayrak’ı da vekili yaptı. Artık Varlık Fonu da sıcak para akışı için yeterli gelmiyordu, teminat gösterecek yeni varlıklar bulunmalıydı. Bu dönemde Erdoğan, Atatürk’ün mirası İş Bankası hisselerine bile göz dikti.
Ne yazık ki bütün bu süreç sonunda, Erdoğan’ın seçim kazanmasıyla Türkiye’nin kaybettiği çarpık bir düzen kuruldu.
BU KADAR HATADAN SONRA EKONOMİK KRİZ KAÇINILMAZDI
Sonunda ekonomik kriz geldi kapıyı çaldı. Ülkenin dış borcu Erdoğan iktidara geldiğinde 129,6 milyar dolar iken 16 yılda yaklaşık 3 kat artarak 453,2 milyar dolara ulaştı(19). Dolar 6 TL’yi geçti. Resmi rakamlara göre enflasyon %24,52, gerçek rakamı kimse söylemeye cesaret edemiyor. 3,5 milyon kişi işsiz. Ülkedeki yoksul sayısı 20 milyonu aşıyor. 227 bin KOBİ icralık. Günde ortalama 350 dükkân ve küçük işyeri kapanıyor. Yüzlerce şirket konkordato ilan etti; batan batana; insanlar intihar ediyor. Şirketler işçi çıkartmaya başladı. Ailelerin %65’i borçlu.
Trump'ın Mart 2018’de Türkiye'ye yönelik gümrük vergilerini arttırma talimatıyla ekonomik kriz su yüzüne çıktı. Erdoğan, sorunu başkasının üzerine yıkmak amacıyla hemen “dış güçleri” suçlamaya başladı.
Örneğin; AKP Genişletilmiş İl Toplantısı'nda konuşan Erdoğan, “Biliyorsunuz dolar kuru üzerinden ülkemizin üstünde kara bulutlar dolaştırılmaya çalışılıyor. Bunlar ülkemize karşı başlatılan ekonomik savaşın füzeleridir, gülleleridir. Biz önlemlerimizi aldık alıyoruz. Önemli olan bunu ateşleyen elleri kırmaktır. Daha önce bu elleri çok kez kırdık zaten. Sanıyorlar ki bu millet döviz kurlarına teslim olacak(20)” söyleriyle dış güçlere yüklendi. Gerçekten de saldırının arkasında “dış güçler” vardı. “Dış güçler” 16 yılda ilmek ilmek örerek, Erdoğan’ı kandırarak ülkeyi bu noktayı getirmeyi başarmışlardı. Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük savaşını kaybetti.
Liderler, dünya arenasında ülkesi ve milletlerinin ekonomik çıkarlarını iyileştirmek için savaş verirler. Türkiye’nin kişi başına düşen milli geliri 2017 yılı verilerine göre 10 bin 597 dolardan krizle birlikte 6 bin 300 dolar civarına düştü. Eskiden Türkiye, kişi başına düşen milli sıralamasında Rusya’dan sonra 64’üncü sıradayken yeni verilere göre Tayland’ın gerisinde 84’üncü sıraya düştü(21). 16 Yıl kesintisiz tek başına iktidar yaptığımız, bizi bu acımasız savaşta komuta etsin diye her seçimde daha çok yetki verdiğimiz Komutan yenildi. Aslında yenilen Erdoğan değil biziz.
İşin kötüsü Erdoğan, yenildiğinin farkında bile değil. Ekonomik krizin dış saldırı sebebiyle geçici kur dalgalanmalarından kaynaklandığını zannediyor. Aslında Türkiye üretimden koparak tüketim toplumuna dönüşmesi nedeniyle tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Enflasyondan işsizliğe, yoksullaşmadan ekonomik durgunluğa kadar hayatlarımızı her alanda kâbusa çevreleyen kapsamlı bir ekonomik krizle karşı karşıyayız.
Kaynak: Osman BAŞIBÜYÜK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder