11 Ekim 2018 Perşembe

Güncel Ekonomik Durum Özeti-2


GÜNCEL EKONOMİK DURUM ÖZETİ-2
1876'da II. Abdülhamit tahta oturduğunda devlet iflas etmiş durumdaydı. Borç ödemesini durdurmuştu. Kötüye gidiş Abdülhamit’de, amcası Abdülaziz gibi tahtan indirilip halledilebileceği veya ağabeyi V. Murat gibi ruhi çöküntü bahanesiyle oda hapsine mahkûm edileceği vehmini yaratmıştı. Para bulamazsa bu son kaçınılmaz gözüküyordu. Bu vehimle “Ulu Hakan”, Batı karşısında diz çöktü. 20 Aralık 1881'de Avrupalı alacaklılarla Duyunu Umumiye İdaresini kuran Muharrem Kararnamesi imzalandı. Doğu Rumeli’den alınan vergilerle tuz, tütün, alkol, ipek, balıkçılık ve damga vergilerinin tahsili Duyunu Umumiye İdaresi'ne bırakıldı. Avrupalı devletler Osmanlı'nın en temel gelirlerine el koyunca kesenin ağzını tekrar açtılar. Çünkü artık borç ödemesini garanti altına alan denetçi bir kurum vardı. Kesenin ağzı açılınca II. Abdülhamit, 1877, 1886, 1888, 1890, 1891, 1893, 1894, 1896, 1902, 1903,1904, 1905, 1908 yıllarında tam 13 defa daha borç anlaşması imzaladı(4). Her yeni borç, durumu daha da kötüleştirdi. Giderek zayıflayan devlet, “Ulu Hakan”ın, 33 yıllık iktidarında, Tunus, Mısır, Kıbrıs, Sırbistan, Karadağ ve Romanya olmak üzere bugünkü Türkiye’nin tam 2 katı toprak kaybetti(5).
Osmanlının sorunu, bilim ve teknolojiden kopması sebebiyle yaşadığı üretimsizlikti. Üretimsizlik nedeniyle oluşan dışa bağımlılık ve bunun bir sonucu olarak kaybedilen savaşlar, artan vergiler, hayat pahalılığı ve enflasyon olarak halkın sırtına binmekteydi. Şartların dayanılmaz halle geldiği durumlarda ise isyanlar patlak vermekte, zaman zaman Yeniçeriler halkın isyanına öncülük etmekteydi. Osmanlı yönetim sistemi tek adam rejimiydi. Meşrutiyet, yani meclisli yönetim denense de başarılı olmamış hemen tek adam rejimine geri dönülmüştü. Her çıkan krizde halk doğal olarak faturayı iktidardaki tek adama kesiyordu. Tek adam zaman zaman birkaç vezirini feda ederek iktidarını koruyor, çoğu zaman ise tahtıyla birlikte canından oluyordu. Bu yüzden başta II. Abdülhamit olmak üzere padişahlar, ekonomik temelli isyanları önlemek maksadıyla sürekli borçlanma yolunu seçti. İktidarda kalmak uğruna yeni borçlanmalarla kriz erteleniyor, borç yükü gelecek kuşaklara aktarılırken devlet sürekli zayıflıyordu. Ayrıca “dış güçler”den borçlanılmak zorunda olunduğu için onlarla iyi geçinmek gerekiyor ve onların dayatmalarına boyun eğiliyordu. Bu sebeple çoğu zaman devlet savaşmadan toprak kaybeder olmuştu.
Kötüye gidiş, dönemin en eğitimli kişileri olan din alimleri (ulema) tarafından dinden uzaklaşmaya bağlanmıştı. Herkes Müslümanların refah içinde yaşadığı Asrı Saadet dönemine geri dönme peşindeydi. Bunun için Peygamber dönemindeki örf ve adetler ile hukuk ve devlet düzenine geri dönülmesi gerektiği yanılgısına düşüldü. Bizim Allah’ımız var düşüncesiyle Allah’a daha çok dua ederek sorunların çözüleceği zannedildi. İnsanlar kendi yaptıkları hataları dua yoluyla Allah’a havale ederek sorunu O’nun çözmesini beklediler. İslam dininin bu yanlış yorumu, halkı taassuba sürükleyerek toplumun bilim, eğitim ve üretimden tamamen kopmasına neden oldu.
Bu açmazda “dış güçler”den alınan borçlar verimli kullanılamadı. Paranın önemli bir kısmını önceki borçları geri çevirmek için kullanılıyordu. Geri kalan para ise maalesef üretime yönelik yatırımlara harcanamadı. Çünkü padişahın tahtını koruyabilmesi için etrafında onu destekleyecek yandaşları beslemesi gerekiyordu. Osmanlı devletinde rüşvet, yolsuzluk, komisyon, adam kayırma, israf almış başını yürümüştü. Borç parayla devletin ihtişamını göstermek adına boğazda saraylar yapılıyor, para betona gömülüyordu. Sonuç itibariyle azaltılması gereken borçlar, yeni borçlanmalarla sürekli arttı ve Osmanlı borcunun faizini ödeyemez duruma geldiğinde de battı. Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr barış antlaşmasıyla da tarih sahnesinden silindi. Sevr barış antlaşmasının hiçbir yerinde “Osmanlı Devleti” ibaresi geçmiyordu. Onun yerine bütün hükümlerde artık “Türkiye” ibaresi vardı(6).
Kaynak: Osman BAŞIBÜYÜK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder