Sisifos ve
Tantalus'un Öykülerinden Dersler
Korint kralı Sisifos, Zeus’un bir sırrını
açıkladığı için tanrılar tarafından büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna
yuvarlayarak çıkarmakla cezalandırılır. Her seferinde tam tepenin doruğuna ulaştığında
kaya elinden kayar ve dibe düşer. Sisifos her şeye yeniden başlamak zorunda
kalır. Bu ceza böylece sonsuza kadar sürecektir.
Albert Camus, ünlü denemesi ‘Sisifos Söylemi’nde
yaşamın saçmalığı kuramını kral Sisifos’un kayayı taşıyıp durması ve bir türlü
olayı sonlandıramaması üzerine inşa eder. Yaşamın kendisi de tıpkı Sisifos’un
bu anlamsız çabası gibidir. Camus’ye göre her gün aynı şeyleri yaparak ve
her gün yeniden başlayarak süregiden bir yaşam saçmadır. Buradan Camus’nün
ünlü başkaldırı edebiyatına geçiş köprüsü çıkar. İnsan bu saçma yaşama
başkaldırmalı ve onu değiştirmeye çalışmalıdır.
Türkiye ekonomisi, içinde bulunduğu labirentten bir
türlü çıkamıyor, büyüme, işsizlik, cari açık reel sorunları üçgeninde, birinden
ötekine odaklanarak birisini feda etme açmazı içinde bulunuyor. Dış
görünümde ya da reel dünyanın dışında bu açmazların yansıması kur, enflasyon ve
faiz olarak ortaya çıkıyor. Çoğu kez bu dış görünüme odaklanılıyor ve asıl reel
sorunlar üçgeni dikkatten kaçıyor. Türkiye’nin durumu Sisifos’un sürekli ve anlamsız saçma çabasını
andırıyor. Bu saçmalıktan kurtulmanın tek yolu Albert
Camus’nün dediği gibi saçmalığa başkaldırmaktan geçiyor. Bu başkaldırı reel sorunların çözümüne
yönelmek yani yapısal reformlara girişmekle olacak. Bunları yapamazsak sonsuza kadar bu kayayı tepeye
taşıyıp duracağız.
Zeus ve Pluto’nun oğulları olan Spylus Kralı
Tantalus, sıklıkla Olimpos dağındaki tanrılar sofrasında yemeğe davet edilir.
Tantalus, bu sofrada ilk kez gördüğü ve tattığı nektar ile ambrosia’yı çok
beğenir ve kimseye belli etmeden bunları çalarak halkına götürür. Böylece
tanrıların yiyeceği ölümlü insanların eline geçmiş olur. Tanrılar bu hırsızlığı
öğrendiklerinde çok kızarlar, Tantalus’u Olimpos’tan kovarlar ve sonsuza kadar
bir havuzda yaşamaya mahkûm ederler. Havuz su doludur ve üzerinde meyve
ağaçlarının havuza kadar sarkan dalları vardır. Beline kadar su içinde olan
Tantalus ne zaman meyve yemek isteyip dallara uzansa dallar yükselir ve ulaşmak
imkânsız hale gelir, ne zaman su içmek için havuzun sularına eğilse sular
çekiliverir. Tantalus sonsuza dek ne meyve yiyebilecek ne de su içebilecektir.
Tarımı öylesine ihmal edip öylesine yanlış
işler yaptık ki bu
toprakların temel ürünlerinden olan mercimek ve
nohutu karlar altındaki Kanada’dan ithal
eder olduk. Bütün dünya tarıma inanılmaz destekler verirken biz destekleri ya
kaldırdık ya da azalttık. Hatta Dünya Bankası’nın önerilerine inanıp doğrudan
gelir desteği vererek çiftçilik yapan insanlarımızı tarımdan uzaklaştırıp
kentlere taşıdık. Oysa Kanada, tarımı desteklemeye devam etti. Çiftçilik yapacak, tarımla uğraşacak olanlara toprak
tahsis etti, maddi destek verdi. Mercimek ve nohutu orada yetiştirip
bize satmaya başladılar. Sonuçta biz ihraç edeceğimiz mercimek ve nohutu ithal eder duruma geldik, kendi
çiftçimize TL ile vermediğimiz desteği Kanada’ya dövizle verir olduk. Özetle
Tantalus’un meyve ağaçlarıyla dolu bir havuzda meyve yiyememesi gibi bir duruma
soktuk kendimizi.
Şimdilik Tantalus’tan farkımız sularımızı
içebiliyor olmamız. Ne var ki yalan yanlış bir yapılaşmayla sularımızı öylesine
kirletiyor ve hor kullanıyoruz ki yakında içme suyunu da ithal eder konuma
gelebiliriz. O zaman Tantalus’tan bir farkımız kalmaz.
Bu iki mitoloji öyküsünün uyarlanmasından iki
sonuç çıkar (kıssadan hisse):
(1) Yapısal reformlar, sürekli tekrarlanan ve
sonuç vermeyen çabaların bir sonuca ulaşmasını sağlayabilir.
(2) Tarım politikamızı değiştirip düzeltmez ve
çevreyi kirletmeye devam edersek yiyecek, içecek bulmakta zorlanırız.
Kaynak : Mahfi EĞİLMEZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder